28 Ağustos 2009 Cuma

ilişkiler?

aslında yapılması gerekenler basit, önemli olan herkesin ne yapacağını bilerek davranması.
mesela; bir kadın şarkı dinlerken, kaptırır kendini, o an nasıl hissettiyse, ona göre davranır, ona göre hareket eder.
ilişkide de böyle, kadın o sıra nasıl hissettiyse öyle davranır, o sırada şarkı onu mutsuz mu etti, biraz gerildi mi, hemen huzursuzluk çıkartır.

erkek için böyle rahat olmuyor. sen böyle "aa ne güzel ilişkimiz var", "bu bir sevgi olayı ercan" diyerek etrafta dolanırsan, olmaz. senin kadını da düşünmen gerekiyor ne yazık ki mınakoyim. o ne düşünüyor, ne hissediyor ya da en azından olabilecekleri düşünmen gerekiyor. yani sadece şarkıyı dinlemeyeceksin arkadaşım, notasını, ritmini, şusunu busunu anlamaya çalışacaksın.

illa kötü olacak değil herşey, şarkıyı dinlerken hatun çok mutlu olur, üzerine atlar. o dakkadan sonra kodötüne şarkının zaten, yapacağın iş belli.
ha yok ben heyecanlıyım, ne hissedersem onu yaşarım, kaldırımlarda elele dolanırız, romantik takılırım diyorsan. hatun şarkıyı bi değiştirir, sen mal gibi "hehe çoğ gizel" dersin, sonra bi bakarsın kimse yok yanında.

16 Ağustos 2009 Pazar

trabzon

üzerinde ciddi manada durulması gereken memleketim.
oğuz atay, yazılı edebiyatın korkunun onayından geçtiğini, bu yüzden sözlü edebiyatın da dikkate alınması gerektiğini söylemiştir ya,
hani ninelerimizden, dedelerimizden dinlediklerimiz, inanın bugünden çok farklı.
derin demeyeceğim doğrudan söylemek istiyorum; "devlet" trabzon'a kamp kurdu.
öyle böyle değil hem de, ufacık ilçeye hiç gereği yok iken koskocaman polis merkezi kuruldu.
polisler gece içki içen, türkü söyleyen gençleri taciz ediyor!
"mit" oraya, buraya adamlarını gönderip, o şehrin tanınmış, saygın aileleriyle işbirliği yapmaya çalışıyor!
zaman zaman, bu köyde pkk'lı var denilerek, baskı uygulanıyor!
komplo teorisi gibi oluyor ancak; "trabzon" şehrini bir cephe gibi kullanmaya çalışıyorlar.

diyeceğim o ki;
benim memleketimde ramazan ayında meyhane açık, hem de tıka basa dolu, iki kadeh atmaya gidebilirsiniz.

1 Ağustos 2009 Cumartesi



not: ben birazcık isyanlardayım;


dördüncü büyük olmayı öyle eziklik ya da bir şekilde altta kalmayı kabulleniş olarak görmüyorum.

birinci hanginiz? diye sorsam, cevap yok. çünkü kabullenemiyor daha aşağısını güzelim istanbul takımları.

onlara sorsan hepsi birinci, e hanginiz ikinci, üçüncü?

ayıp değil dördüncü büyük olmak, hele ki anlamını kavradıktan sonra.

anadoludan çıkan bir efsanenin numarasıdır dört.

fakir edebiyatı olsun diye söylemedim anadoludan çıkan efsane ifadesini, azıcık aradaki dengesizliğe bakarsak anlaşılıyor farkı.


sadece o şampiyon oldu,

hem de öyle kötü futbol, kaka futbol olarak değil,

bilakis karşısındaki takımın dizlerini titreterek,

tek bir kornerle onları mutlu ederek.


evet, dördüncü büyük.


hem de öyle doğal yollardan edinilmiş avantajlarla(istanbul) değil,

yüreğinin ve terinin marifetiyle dördüncü.


oligarkların yuvasında değil,

yaylaların ve derelerinin ev sahipliğinde dördüncü.


para piyasasının inip çıkan bozuk ritminde değil,

kemençenin ve karadenizin hıncıyla dördüncü.


dördüncü büyük olmak kötü birşey değil,

çünkü onun büyüklüğünü boyutundan değil, işlevinden anladılar.