15 Şubat 2010 Pazartesi



Tütün kağıda değil de
Biz kefene sarıldık madem
Ölülerin korkusuyla
Titre nev-liberal âlem!

http://tayfabandista.org/su_anda_simdi/bandista_-su_anda_simdi.zip

7 Şubat 2010 Pazar


14 Ocak günkü yazımda kardeş ülke Haiti’yi yerle bir eden felaketten iki gün sonra şöyle demiştim: “Sağlık alanı başta olmak üzere bir çok alanda Haiti, küçük ve abluka altında bir ülke olmasına rağmen Küba’nın yardımını almıştır. Yaklaşık 400 doktor ve sağlık görevlisi Haiti halkına ücretsiz hizmet vermektedir. Doktorlarımız her gün bu ülkedeki 237 bölgenin 227’sinde görev yapmaktadır. Öte yandan 400’ün üzerinde Haitili genç ülkemizde eğitim alarak doktor olarak mezun olmuştur. Bu doktorlar, dün yola çıkan yardım ekipleriyle beraber hayat kurtaracaklar. Böylelikle özel bir çaba harcamadan yaklaşık 1000 doktor ve sağlık personeli seferber edilebilmiştir. Bu personelin çoğu şu anda Haiti’de ve hayat kurtarmak isteyen ve yaralılara yardım etmek isteyenlerle beraber çalışıyor.”

“Haiti’deki sağlıkçılarımızın başkanından alınan bilgilere göre durum çok kötü olmasına rağmen hayat kurtarmaya başlanmış.”

Saatler geçtikçe gece gündüz demeden Kübalı sağlıkçılar yeni derme çatma çadırlarında, açık alanlarda ve parklarda sağlık hizmeti vermeye başladılar. Halk artçı depremlerden çekindiği için çoğu evsiz ve sokakta.

Durum ilk başta tahmin edilenden daha ciddi. Port-au-Prince sokaklarında on binlerce yaralı yardım için bağırıyor, sayısız insan cansız bir şekilde caddelerde ve betonarme, kerpiçten evlerin yıkıntılarının altında. Halkın çoğunun yaşadığı derme çatma yapıların yanı sıra betonarme binalar da çökmüş. Ayrıca Küba’daki Latin Amerika Tıp Fakültesinden mezun olan doktorların bulunması da hiç kolay olmadı, çoğu trajediden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmişti.

Birleşmiş Milletler binası da yıkılan binalar arasında olduğu için bazı BM görevlileri yatakhanelerinde sıkışmış ve onlarca görevli hayatını kaybetmiş. Haiti’de görev yapan MINUSTAH şefleri de ölenler arasında. Kurumda çalışan yüzlerce kişiden ise haber alınamıyor.

Haiti Başkanlık Sarayı yerle bir oldu. Hastaneler dâhil olmak üzere çok sayıda kamu binası kullanılmaz halde.

Felaket önde gelen uluslararası televizyon kanallarında birinci haber olarak yer aldığı için ekranları başındaki tüm dünyayı şok etti. Neredeyse her hükümet bölgeye yardım gönderdiğini açıkladı; yardım ekipleri, gıda, ilaç, malzeme ve diğer ihtiyaçlar bölgeye sevk edilmeye başlandı.

Küba tarafından uluslararası kamuoyuna yapılan çağrı gereğince İspanya, Meksika ve Venezüella başta olmak üzere çok sayıda ülkeden sağlık ekipleri Haiti’de Kübalı doktorlarla beraber imkansızlıklar içerisinde çalışmaktadır. PAHO gibi örgütlerin yanı sıra, kardeş Venezüella gibi ülkeler büyük miktarlarda ilaç yardımı yapmıştır. Kübalı uzman doktorlarının yaptıkları yardım kesinlikle şovenizmden uzak ve afişe edilmeksizin gerçekleştirilmiş ve kamuoyuna reklamı yapılmamıştır.

Küba hatırlanacağı gibi, daha önceden Katrina Kasırgasının vurduğu ve binlerce ABD vatandaşının hayatının tehlikede olduğu New Orleans şehri için ABD hükümetine yardım teklifinde bulunmuş ve tam donanımlı binlerce doktor göndermeyi vaat etmişti. Çok büyük kaynakları olan ABD’ye karşı uzattığımız bu dostluk eli herkesin malumudur. O sırada çok sayıda yaşamı kurtarmak için ihtiyaç duyulan şey, çok sayıda deneyimli ve ekipmana sahip sağlıkçıydı. New Orleans’ın coğrafi konumu da göz önüne alındığında göndermek için hazır olduğumuz “Henry Reeve” Sağlıkçı Tugayının teçhizatlı bir şekilde bölgeye ulaşması çok kısa süre içinde gerçekleşebilirdi. Ancak o sırada ABD Başkanı olan kişinin bu talebi reddederek, kurtarılabilecek çok sayıda insanın ölmesine göz yumabileceğini hiç düşünmemiştik. O hükümet tarafından yapılan hata aslında ABD halkının Küba halkı tarafından düşman olarak görülmediğinin algılanamamasıydı. Küba halkı, katlanmak zorunda kaldığı sıkıntı ve saldırılardan dolayı ABD halkını sorumlu görmemektedir.

O hükümet, bizi yarım yüzyıldır pes ettirmek için uyguladığı saldırılara karşın yardım dilenmeyeceğimizi veya pişman olduğumuzu söylemeyeceğimizi algılayacak kabiliyette değildi. Ülkemiz, Haiti söz konusu olduğunda da ABD yetkililerinin yardım sevkiyatını kolaylaştırmak için hava sahamızın kullanılmasına dair temaslarına derhal olumlu yanıt vermiş ve depremden etkilenen ABD ve Haiti vatandaşlarına yardımın bir an önce ulaştırılması için elinden geleni yapmıştır.

Halkımızın ahlaki davranışını anlatan prensipler buradan görülecektir. Halkımızın eşitlikçi yanı ve dik duruşu dış politikamızın temel yapı taşlarından olagelmiştir. Bu konuda uluslararası arenada bizi düşman olarak görenler bunu daha iyi değerlendireceklerdir.

Küba, bölgemizdeki en yoksul ülke olan Haiti’de meydana gelen trajedinin aslında dünyamızdaki en güçlü ve en zengin ülkeler için bir sınav niteliğinde olduğu fikrinde ısrar etmektedir.

Haiti, dünyamıza zorla kabul ettirilen sömürgeci, kapitalist ve emperyalist sistemin bir ürünüdür. Haiti’nin esareti ve sonucunda ortaya çıkan yoksulluğu, ülke dışından zorla kabul ettirilmiştir. Hatırlamalıyız ki bu dehşet deprem, 192 Birleşmiş Milletler üyesi ülkenin en temel haklarının gasp edildiği Kopenhag Zirvesinin hemen ardından meydana geldi. Trajediden sonra Haiti’de öksüz ve yetim kalmış kız ve erkek çocuklarını yasa dışı yollarla evlat edinme furyası başladı. Çok sayıda çocuğun yurdundan kopartılmasına karşı UNICEF sert yaptırım kararları almak zorunda kaldı. Yüz binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Binlerce Haitili kollarını bacaklarını kaybetti veya kendi başlarına ihtiyaçlarını karşılayamayacak veya çalışamayacak şekilde sakatlandılar.

Haiti’nin yüzde sekseninin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Haiti’nin ihtiyacı olan şey, kendi üretim kapasitesine göre ihtiyaçlarını karşılayabilecek oranda gelişkin bir ekonomi. Savaştan sonra Avrupa ve Japonya’nın yeniden inşa süreci, bu ülkelerin üretim kabiliyetleri ve toplumun teknik seviyesi göz önüne alındığında Haiti’de yapılması gerekenden daha kolay gözüküyor. Haiti’de yapılması gereken aslında Afrika’nın çoğunda veya Üçüncü Dünyanın herhangi bir yerinde yapılması gerekenle aynı; sürdürülebilir bir gelişme yaratılması. Sadece kırk yıllık bir süre zarfında insanoğlunun sayısı dokuz milyara ulaşacak. İnsanoğlu daha şimdiden bilim adamlarının kaçınılmaz olarak değerlendirdiği iklim değişikliği tehlikesiyle karşı karşıya.

Haiti’deki trajedinin tam ortasında kimsenin neden ve nasıl olduğunu bilmediği bir olay daha gerçekleşti. ABD Deniz Kuvvetlerine ait 82. Hava İndirme Alayına bağlı askerler Haiti’ye çıkartma yaptı. Bundan daha kötüsü, ne Birleşmiş Milletler ne de ABD hükümeti bu konuyla ilgili olarak dünya kamuoyuna bir açıklama yapmamış olmasıdır.

Çok sayıda hükümet Haiti’ye gönderdikleri personel ve tıbbi yardımları taşıyan uçaklara iniş izni verilmediğini belirterek durumu protesto ediyor.

Bazı ülkeler ise bölgeye daha fazla asker ve mühimmat göndereceklerini açıklıyor. Bence, bu tip olaylar zaten karmaşık olan uluslararası işbirliğini daha da karmaşıklaştıracak ve içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açacaktır. Konunun ciddiyetle masaya yatırılması gerekmekte. Birleşmiş Milletler bu konularda kendisine verilen yetkileri kullanarak liderliği ele almalıdır.

Ülkemiz Haiti’de sadece ve sadece insani yardım faaliyetlerini yerine getirmektedir. İmkânları ölçüsünde personel ve malzeme yardımı yapacaktır. Doktorları ve uluslararası yardımlaşma gönüllüleriyle onur duyan Küba halkının yüce iradesi Haiti’nin yardımına koşmaktadır.

Ülkemize teklif edilen samimi en küçük yardım teklifi bile kesinlikle reddedilmeyecektir ancak bu yardımın kabul edilmesi ülkemizin ihtiyaç duyduğu yardımın önemine bağlı olacaktır.

Şunu da belirtmeliyim ki bu zamana kadar Küba’nın Haiti halkına yardım etmek için gönderdiği sağlık personeli ve ekipmanı taşıyan uçaklarımız hiçbir güçlük yaşamaksızın gidecekleri yerlere varmıştır.

Biz doktor göndeririz, asker değil!

Fidel Castro Ruz




not: önceki haiti depremi yazısı için ( http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=975894&Date=21.01.2010&CategoryID=81 )

bizimkisi kaş yaparken göz çıkarma hadisesi (vol.2) kızlara ne oldu?

Etraftaki çakallara sert bakışlar atıyordum, kızlarsa hala konuşuyorlardı, “ kızlar biraz hızlanalım mı?” dedim. Kapıya yaklaşınca evin biraz dağınık olduğunu söyledim, “ aman canım ne olacak bizden mi utanıyorsun” dediler. Eve girdik, yoldan gelirken tanıdık tekelden aldığım biraları dolaba yerleştirdim. Tanıdık tekele sarhoş kızlarla girmenin gerilimini yaşadım. Tekelci pişkin pişkin sırıtarak, bıyık altından “ hadi iyisin iyisin” diyordu. Ben mutfakta çerezleri tabaklara koyarken, onlarda benim dolabımdan kendilerine giyecek birşeyler bakıyorlardı. Kıkırdamaya başladılar, “ hassiktir annemin aldığı süveteri gördüler” dedim. Emel koşa koşa yanıma geldi, elindeki süveteri göstererek, “ bunu sen mi giyiyorsun yeaa” dedi, karizma çizilmesin diye “ bi arkadaşın” dedim.

Salona girdiğimde Pelin'in benim bilgisayarı karıştırdığını gördüm. Müziklerin yerini söyledim. “ oo sağlam rak arşivin var” dedi, “ evet ya rakçıyım ben” dedim. O da bilmem hangi grubun gitaristinden, bateristinden falandan filandan bahsetti. Anlamıyordum, zaten o müzikleri dinlemiyordum, sırf hava olsun diye tanımadığım skimsonik finlandiyalı grupların şarkılarını bilgisayara yüklemiştim.

Acil plan yapmam gerekiyordu çünkü Emel güzellik konusunda Pelin'i geçmek üzereydi. Iki yüzde yüzlük gol posizyonunu harcayan forvet oyuncusu olmamalıydım, kendi kendime “hayır! ben bir güiza değilim” dedim.

Planı hazırlamıştım, içerisinin çok sıcak olduğu bahanesiyle soyunacaktım, böylece benim soyunmamdan yüz bulup onlar da üstlerini çıkaracak ve hep beraber çıplak oturacaktık. Basit ama etkili bir plandı. “ off ya içeri çok sıcak” diyerek olaya ilk adımımı attım. “ camı açalım” dedi canım Pelin, salak Pelin. Camı açtık ve benim plan çöpe gitti. Hemen başka bir plan yapmalıydım.

Ben plan düşünürken, onlar kendi aralarında konuşuyorlardı, bu durum çok sıkıcıydı. Muhabbete bir yerden dahil olmalıydım. Yutubu açıp komik bebek vidyolarına bakarak, sempatik, cana yakın erkek havası vermek istedim. Vidyoyu açtım, kendi kendime izleyip, yüksek sesle gülüyordum sırf onların dikkatini çekmek için. Gittikçe güzelleşen Emel dayanamadı, “ neye gülüyorsun sen yea” diyerek, kafasını omuzuma doğru uzattı, ben de omzumu onun kafasına doğru. Emel “oo ne kadar geniş omuzların var senin böyle” dedi. “ baksana Pelin ne kadar geniş omuzları var” dedi. Pelin kollarını iki yana açarak omuzlarımı ölçtü. “ Murat'ın omuzlarından daha geniş” dedi. Evet, tanımadığım bir insandan daha geniş omuzlara sahip olmak bende bir göt kalkıklığı yaratmadı değil. Ama ne bileyim, böyle güzel bir ortamda Murat'ın isminin geçmesi benim moralimi çok bozdu. Neyse ki omuzlar durumu kurtarıyordu.

Artık gece geç olmuştu, alınan alkolün etkisiyle yavaş yavaş sızma belirtileri baş gösteriyordu. Artık yapacak bir planımda yoktu, fakat birden... ( devamı var tabi lan)

6 Şubat 2010 Cumartesi

yalnız ve ergen



Çok yalnız bir çocuktum. Daha doğrusu çok yalnız bir ergendim. Abim üniversite için İzmir'e gidince, ben dımdızlak ortada kalmıştım. Bir de lise ile ev arası kuş bakışı 2 saat mesafe olunca, yalnızlığın kat be kat artmıştı. Her şey o liseye girişimle başlamıştı. Ahh o lise. Yedi beni o lise. Gerçi liseye girişim çok basit olmuştu, ne olduğunu bilmediğim anadolu ticaret meslek lisesini kazanmıştım ve yine ne olduğunu bilmediğim bilgisayarlı muhasebe bölümünde okuyacaktım. Okuyacağım bölüm hakkında hiç bir fikrim yoktu, bir tek babamın “ oğlum artık her şey bilgisayarla” demesi, “ aa bilgisayar mı? sabaha kadar kantır sıtrayk oynarım mınakoyim” diye düşünmeme yetmişti.


Lisede net olarak 65465832 tane öğrenci vardı. Bunların arasında 54312 tane bıyıklı, 3565421 tane bıyıksız erkek, 565953 tane bıyıklı, 354684 tane bıyıksız kız bulunuyordu. Tabi sırça gibi bıyıklarım olduğundan bıyıksız kızlardan hoşlanıyordum. Ama mesela bıyıksız erkeklerin bıyıklı kızlarla çıkmalarını da onaylıyordum. Sonuçta kendi tercihleri di mi?


Tabi aslında durum çok farklıydı. Dediğim gibi çok yalnız bir ergendim. Kadınlara karşı çok yabancıydım. Kadınlar benim için birer peksimetten ibaretti. Peksimet ne demek mınakoyim ya? Yıllardır okuyoruz arkadaş, biri çıksın göstersin peksimet budur diye. Sabah akşam başka bir şeyleri yokmuş gibi peksimet yiyor bu ruslar. Neyse konuyu dağıtmayalım.


Evet, kadınlara karşı çok yabancıydım. Fakat bir gün annemle balkonda oturmuş karpuz yiyip, çivitlerini de küllüğe doğru fırlatırken, karşıdaki evin balkonunda sarışın bi hatun gördüm. Adete çarpılmıştım, adeta vurgun yemiştim, adeta dibim düşmüştü. Evet, sonunda o kadını bulmuştum. Ergenlik hayallerimi üzerine inşa edeceğim kız, tam olarak 30 derece sola dönüldüğünde karşı balkonda oturan kızdı.


Neyse, gel zaman git zaman, ben balkondan çıkmıyorum arkadaş. Sabah akşam balkondan birbirimizi kesiyoruz ama bi türlü konuşamıyoruz. Artık balkonda o kadar çok vakit geçirmeye başlamıştım ki canım sıkılıyordu, yapacak bir şeyler bulmam gerekiyordu. Bende elime koca koca kitapları alıp, aslında sırf karizma olsun diye, balkonda okumaya başladım. Dostoyevski senin, tolstoy benim, puşkin senin, gogol benim. Aradan uzunca bir süre geçti böyle. Müthiş bir entellektüel birikim yapmıştım. Asıl amacım balkonda daha fazla vakit geçirip kızı kesmekti fakat işler istediğim gibi olmamıştı. Keçi sakal bırakmıştım, her akşam bir şişe şarap bitiriyordum, pipoyla iran tütünü içiyordum.


Artık yalnızlığı hissetmiyordum. Artık yalnız bir ergen çocuğu değildim, baya bildiğin edepli, saygılı bi delikanlıydım. Bir süre sonra kızı kesmekten vazgeçtim. Zaten lise de bitti, Ankara'ya geldim. Tabi ergenlikten diplomayı alıp Ankara'ya gelince işler yoluna girdi. Yoksa cumartesi günü sabahın köründe niye ayakta durayım, uyurdum di mi?

Nah uyurdum :)

1 Şubat 2010 Pazartesi

bizimkisi kaş yaparken göz çıkarma hadisesi (vol.1)

Her seferinde “haa orası mı yeaa”, “ aa evet benim mekan” diye olaya atlıyordum. Duyan da beni şehir şehir gezen trt muhabiri sanacaktı, halbuki gezmeyi seven bir tip değildim. Amma velakin Pelin'in “geyik barı” çok sevmesi, beni doğal olarak mest etmişti. Geyik barla ilgili ne dese, onaylıyordum. Müzikler şahane, evet yaa süper. Ortam on numara, müthiş yaa. Hele patlamış mısırları, off ne diyorsun. Geyik bar neresi, bilmiyordum ama ateşli bir şekilde Pelin'i onaylıyordum.
Muhabbetin sürmesini istiyordum, aslında kendime çok güvenmiyordum ama çakma gezgin ruhumun bana verdiği anlık özgüvenle Pelin'e geyik bara gitme teklifi sundum. Teklife cevabı, küçük bir “ hı hı” olmuştu. O kadar biranın, o kadar ateşli konuşmanın üzerine küçük bir “hı hı” elbette moralimi bozmuştu. Geyik bar muhabbetini bir daha açmadım. Zaten o da masadaki diğer tiplerle konuşmaya daldı. Ben de akıllı tvde ineğin götüne kafasını sokan adamı izlemeye koyuldum.
Aradan bir hafta geçti ve bir mesaj; “ geyik bar, ne dersin?”. Evde godoş gibi elde bira, atlet ve iddaa ekiyle takılırken, böyle bir mesajın gelmesi beni fazlasıyla germişti. O gerginlikle birayı kafama diktiğim gibi bitirdim, atleti çıkarıp siyah rak tshirimi giydim, iddaa ekine sigara küllerini boşaltıp, evden çıktım. Cevap atmamıştım, çünkü geyik bar neresi, öğrenmeliydim. Taksi durağına gidip sordum, şurda barlar var, oradadır dediler. Söyledikleri yere koşarak gittim, etrafa bakındım, sokağın sağ tarafında, alt katta geyik yazılı bir tabela gördüm ve içeri girdim. Hemen cep telefonumu çıkarıp, “ ben zaten oradayım :)” yazdım. Gidip kıyıdaki tabureye çömeldim, beklerken bi bira bitirdim.
İçeri girdiğinde telaşlıydı, masaya oturdu ve “ben fazla duramayacağım” dedi. Çok bozulmuştum, evde huzurlu bir şekilde otururken, ne diye o zaman beni buraya çağırdın lan, demek istedim, diyemedim. İnce ve tırt bir sesle “ niye” dedim. “ bi arkadaşım sevgilisinden ayrılmış, çok morali bozuk, onun yanına gitmem gerek” dedi. Hemen bir şey demeliydim, çünkü Pelin gidiyordu. “ o da buraya gelsin” dedim. “ sıkılmaz mısın” dedi. “ yok, sıkılmam” dedim. “ ben iyi bir dinleyiciyim örtmenim” dedim. Espriye ve espriyi yaparken ki el hareketlerime çok güldü. Yan masadan bir kaç tip bana bakınca, gülmeyi kestim.
Arkadaşının ismi Emel'di. Emel çirkince fakat gittikçe güzelleşen bi kadındı. Evet, gittikçe güzelleşiyordu. Gözlerime inanamıyordum, her saat başı Emel daha güzel bir kadın oluyordu. Pelinle bir şeyler konuşuyorlardı, ben sürekli içiyordum. Arada “ hadiyaalıyordum”, “ aaaöylemiliyordum”. Kadın ruhundan anlamıyorum, kadın konuşmalarından hele hiç anlamıyorum. Yaklaşık üç saat geçmişti. Bu üç saat içinde, tarık, kerim, onun kuzeni aslı, aslı'nın ablası nehir, cemil'in eski sevgilisi nuray ve tarık'ın mühendislik okuyan arkadaşı ozanla neredeyse kardeş olmuştum. Artık onlara yapılan yamuk, bana yapılmış sayılmalıydı. Arada “o kimdi” diye sorarak, iyice isimleri bellemeye çalışıyordum.
Gece geç olmuştu. Pelinle Emel gitgide birbirlerine benzemeye başlamışlardı. Kalkıp gitmek istiyordum, sıkılmıştım. Tarık, kerim, onun kuzeni aslı, aslı'nın ablası nehir, cemil'in eski sevgilisi nuray ve tarık'ın mühendislik okuyan arkadaşı ozan'ı da tanımamın vermiş olduğu samimiyetle, onları eve davet ettim. Hemen kabul ettiler... ( devamı sonraya )