15 Aralık 2010 Çarşamba

turgut uyar




Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

7 Aralık 2010 Salı

İki Alarma Uyanmayan Adam



Ankara'da soğuk bir gece yarısı, hem de çok soğuk. Etrafta polislerden başka kimse yok. Yalnızca ben ve polisler, bir de polisin kırmızı mavi lambası.

Kaldırımın yola yakın kısmından yürüyorum, diğer taraf duvarlara tutunarak yürüyen sarhoşlara ait. Bir kalabalık gözüme çarpıyor. Tek sıra dizilmişler. Üzerlerinde atkılar, bereler ve kalın arsene wenger montları. D&R'ın kapısından başlayarak caddeye doğru uzanıyor güruh. "Ulan bu soğukta, hem de gece yarısı imza günü düzenlemek hangi mazoşist yazarın fikri?" diyorum.

Yönümü onlara çeviriyorum. Yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, yaklaşıyorum. Yaklaştıkça insanların gözlerindeki morlukları farkediyorum. Dişleri sararmış, saçları dökülmüş, kilolu insanlar görüyorum. Bir zombi filminde gibiyim. Hemen elimi silahımın kabzasına atıyorum ve birini yakaladığım gibi duvara yapıştırıyorum. Kimse tepki vermiyor, sıra düzenleniyor ve herşey aynen devam! "Ne yapıyorsunuz lan siz gece vakti burada?" diyorum. "wooww ağbii" diyor tip. "wow ne lan it!" diyorum, herkes gülüyor. Herkes gülüyor ve ben korkuyorum, koşuyorum, kaçıyorum hem de götüme vura vura. Bir solukta yatağıma atlıyorum. "Nerdeyiz lan biz!" diyorum. Neresi burası? Hani saat 9'dan sonra kimse sokakta olmazdı. Hani pijamalarımızı giyecektik güneş batınca. Kim bu insanlar? Ne istiyorlar Ankara'dan. Yoksa güzide kentimizin düzenini bozmaya gelen, kendini bilmez İstanbul, İzmir çakalları mı?

Hemen internete girip, arkadaşlara "çok acil lan" isimli bir eylem planı gönderdim. İlk aşama olarak facebook isimli internet sitesindeki profillerimizi, modern mimarinin oryantalizm ile harmanlanmış yapıtı olan "Atakule"nin fotoğraflarıyla donattık.
İkinci olarak sadece silah kabzası taşımamamız, artık silahın diğer parçalarını da almamız gerektiğine oy birliğiyle karar verdik.
Üçüncü olarak, bundan sonra hepimiz birimiz, birimiz biramız.

Eylem planını gönderdikten sonra internette ufak çaplı bir araştırma yaptım. Google isimli internet sitesine "vov" yazdım. Google isimli internet sitesi küstahlaşarak, "wow" demek isteyip istemediğimi sordu. Bende kendi kendime, aslında mantıklı lan, ben oraya türkçe "vov" yazdım, sonuçta adamlar kendi aralarında ingilizce konuşuyorlar, o zaman oraya "wow" yazmak gerekir, dedim.

İşbu yazar hikayenin sonunu getiremedi. Çok soğuk bir Ankara gecesinde, kuyrukta oyunlarının çıkmasını bekleyen insanların azmi karşısında şaşkına dönmemek elde değil. Ben de döndüm haliyle.