12 Nisan 2009 Pazar

ağbime mektup

“ Şarkısı yarıda kaldı; aklıda karıda kaldı. Sebep olanların gözü kör olsun. “

Canım Erdal,

Sen bu satırları, bir elinde skol bira, bir elinde Winston sigarası ile okurken ben çoktan (ne yaptım ulan ben şimdi)

Her ne kadar alkollü olduğumu düşünsen de, valla bir tane içtim be ağbi. Biliyorum yalan söylediğim her halimden (ne gibi?) belli oluyor. Fakat yine de sen bu satırları okurken (amma uzattın ha).
Ankara’nın soğuk ve kasvetli havadan çıktığını ve dahası günlük-güneşlik, parmak arası terliklisi günlere girdiğini söyledim mi sana bilmiyorum ama burası güzel oldu be. Her hangi bir şehrin sevdalısı olmamakla beraber, İstanbul ayrı (anayı bacıyı karıştırma), Ankara’dan sanki zevk almaya başlamışım gibi bir şey var içimde. Bir şehirden zevk alınır mı ulan dediğini duyar gibiyim, sen demeden önce ben birkaç şey söyleyeyim. Bir kere burada arabalar için özel kaldırımlar tasarlamışlar, park sorunu yok. İkincisi, canım insanlar tasarruf yapsınlar, şişmanlamasınlar diye tüm dükkanlar saat 10 da kapanıyor. Fakat bunların dışında bir şey var ki benim çok ağırıma gidiyor; çöp tenekesi yok!

Biliyorum senin de canın sıkıldı şimdi bunu duyunca, ne yazık ki durum böyle Erdalcığım. Sırf insanlar çöp torbasıyla basketbol oynamasın diye, sırf insanlar iki tane çöp kutusundan futbol kalesi kurmasın diye çöp kutularını kaldırmışlar. Bomba filan diyorlar ama bunlar benim için sadece birer bahane. Bir kere bomba koyulmaz atılır ki lan (alçak düşman al sana bomba). Mayın diyeceksin biliyorum, o da döşenir lan derim, öyle mal mal ekrana bakakalırsın.

Bakmak demişken, hala daha giden geminin ardından bakakalır mısın Erdal? Ben kalırım bilirsin, en son bir İtalya feribotuna bakmıştım, gözlerim yaşlı, pasaportum yaban ellerde. Şimdi düşününce aslında iyi oldu (sıs lan!), belki Afrikalı veya Asyalı bir adama hayat vermiş oldum, belki şimdi o adam gidecek güzelim, cillop gibi hatunlarla yatacak, sonra süper bi kızı olacak, o kızı sonra dünyaca ünlü bir türküyü – mesela can’t touch this- söyleyecek, biz de yıllar sonra onu dinleyip dans edeceğiz. Biliyorum sen bu satırları okurken, gözlerin yaşlı ah canım kardeşim benimL demeyeceksin ama mesela bu adi herif bilkentten ne hatunlarla tanışıyordur diyebilirsin, sonuçta kolumda dövmem var, sigara da içiyorum, içki de, şiir bile okuyorum. Yani bazen Mustafa Sandal, bazen de Zülfü Livaneli’ye benziyorum, hatta bazen işi abartıp Murat Boz bile olabiliyorum. Ama bilmiyorsun ki içimde ki Hakan Peker aşkı bambaşka olduğu için olmadık yerde saçma sapan figürlerle dans ediyorum, herkes benden kaçıyor. Burada insanlar salsayla, Arjantin tangoyla kadınları etkiliyorlar, halbuki bilmezler ki omuz-kol hareketleri ile çok seksi bir görünüşe sahip olabiliriz (haydi erkekler).

Hatırlar mısın, küçüktük ufacıktık mahallede ki toprak sahada maç yapıyorduk. Takımları kızlara-erkekler diye kuruyorduk. Şimdi hatırladın di mi? hatta ufaktan dudağının kenarına bir gülücük yerleşti di mi? Oğlum çok ibnesiniz lan, yaşı küçük diye her seferinde ismi Ahmet olan birisi kızlar takımına verilir mi lan! Evet sayın izleyiciler kadroları veriyorum; Ayşe, Fatma, Serpil, Ahmet! Böyle takım mı olur ulan! Tabi katkılarını yadsıyamam, daha yaşım küçükken, nasıl centilmen olunur öğrendim, mesela bayırdan aşağı jandarmaya giden topların hepsini topladım, siz tabi arkamdan güldünüz, eheheh eşek oğlan yine topu almaya gidiyor dediniz, ne oldu, odun gibi kaldınız di mi! Bir şey daha var şimdi aklıma geldi yine, bir kere maç yapıyorduk bana biri vurmuştu, sonra ben çok acıııyooooeeee diye ağlıyordum, yerde yatmış kıvranıyordum, sağlık ekibi olarak bir arkadaşımızın “kalk lan kalk bir bokun yok” demesini bekliyordum. Ama cidden acıyordu ulan, saha kenarına çıktım, ince bacaklarımı ellerimle sıkıyordum, ağlıyordum. O acıyla bana tekme atan herifin sülale boylarını poke etmeye başlamıştım, sen bunu duyunca, yürü lan eve diye bağırmıştın, ben de gitmiyom lan diye otoriteye diklenmiştim, sen arkamdan taş atmıştın, bende eve gidip anneme şikayet etmiştim seni (iyi ki ordu var lan), annem de sana kızmıştı J Bir kere de ilkokuldayken, öğretmen ödev vermişti haftanın günleri yazılacak diye, dışarıda kar yağıyordu, elektrikler yoktu, sobanın yanı başında aile saadeti kurmuştuk, ben ödevimi yapacaktım. Kafamı kaldırıp sana “haftanın günleri ne lan” diye sormuştum, babama bir anda elektrik gelmişti, kıpkırmızı olmuştu, gelip yanıma oturmuştu “ sakın söyleme Erdal” demişti. Sende “tamam baba” demiştin adi kardeş olarak. Babam “haftanın günlerini bilmiyor musun” dediğinde, dünyam başıma yıkılmıştı, “bilmiyorum baba” dedim, annem mutfağa giderken, babam yine tekrarladı soruyu, bu sefer ben daha ağlak halde aynı cevabı vermiştim. Babam da cebinden daha o gün aldığı maaşını çıkarıp masaya koymuştu, “ yaz şunları, al bütün para senin olsun” demişti, sinirli biçimde. İtiraf etmem gerekir ki o an hakikatten parayı nasıl almam gerek lan diye düşünmüştüm, sen yardım etmedin, ben de yazamadım tabi ki, parayı da alamadım, şimdi neden rakı yerine bira içiyoruz anlıyorsun di mi? O gün yardım edecektin oğlum, sıçtın batırdın lan!

Hiç yorum yok: