Sonra dedim ki ulan nereye oturayım? Üç kişi olunca sorun değil ama biz iki kişiydik. İki kişi olunca kötü, karşısına mı oturayım yoksa yanına mı? Bitmedi, yakın yanına mı? uzak yanına mı? Bunlar kafamı meşgul ede dursun. O gitti en köşeye oturdu, ben gittim uzak yanına oturdum. Oturunca, rahatladım tabi. Rahatlık dediğimiz duygu hissedildiği anda batabilir. Nitekim, öyle de oldu.
Bu sefer uzak pencereye mi? yoksa yakın pencereye mi baksam? diye gerildim. Uzak taraftakine bakarsam onu hiç göremem dedim. Sus-pus otururuz tüm yolculuk boyunca. Olmaz. Yakın pencereye bakarsam da sürekli gözgöze gelme ihtimalimiz vardı. Hay ben o ihtimallerin... Gözgöze gelindiği anda iletişim halindesin demektir. O anda konuştun konuştun, konuşamadın gözler konuşur. Gözler konuşmasa keşke ya. Açık vermemek lazım. En köşeye oturması gibi yine ilk hamleyi o yaptı, yanındaki pencereden dışarıya baktı. O yanındaki pencereye bakınca, ben de fırsattan istifade yakın pencereye baktım. O bakmaktan vazgeçip, kafasını çevirince, ben de vazgeçip, kafamı çevirdim. Sonra kafamı koyacak bir yer bulamadım. Hedefe kilitlenemedim. Mal gibi ayakkabılarıma baktım. Mala bakmak sevap kazandırmadığı için ondan da vazgeçtim.
Yaramazlık yapmaya hazırlanan misafir veletleri gibi etrafı kolaçan ettim. Etrafı kolaçan ederken bir iki defa çaktırmadan yakın pencereye baktım. Tam güzel şeylerden bahsedecektim ki bu sefer de kalem satan bi çocuk geldi. Ağbi dedi, okul parası dedi, bi milyon dedi. O konuştukça ben içimden; ulan dedim, zamanımı dedim, yapma nolur dedim. Onu görmemezlikten geleyim diye yakın pencereye baktım. Tamam, yalan söylemeyeceğim, aslında yakın pencereye bakmak için onu görmemezlikten geldim. Ben ekranda “mission complated” yazısı çıkar diye beklerken, çocuk son bir çırpınışla sesini inceltti, daha bi acılaştı. Bu sefer; güzel ağbilerim dedi, anam babam dedi, eğitim dedi. Dayanacak gücüm kalmamıştı, son bir umut yakın pencereye baktım: yazık çocuğa, alalım bi kalem ne olacak dedi. Bu beni bitiren cümleydi. Dımdızlak ortada kalmıştım. Hareket edemiyordum. Nefes alamıyordum. Doktor bey hastamızı kaybediyoruz, nabzı bi garip atıyor.
Ben ölüm döşeğindeyken, süpermen geldi, çıkardı cebinden bi milyonu, aldı kalemi.
Ve beni hayata döndürdü.
Eyvallah amca.
Sonra indik zaten vapurdan...
28 Kasım 2009 Cumartesi
20 Kasım 2009 Cuma
i want to
i want to be someone else or i'll explode
floating upon the surface for
the birds, the birds, the birds
you want me, well fucking well come and find me
i'll be waiting with a gun and a pack of sandwiches
and nothing, nothing, nothing, nothing
you want me
well, come on and break the door down
you want me
fucking come on and break the door down
i'm ready
i'm ready, i'm ready, i'm ready...
19 Kasım 2009 Perşembe
*Deli gibi televizyon izliyorum. Dayanamıyorum, alıyorum elime kumandayı; basıyorum şova, basıyorum stara, basıyorum flaşa. Zulüm gibi. Sürekli evlendiriyoruz, sürekli boşuyoruz, sürekli aldatıyoruz, kırıyoruz, döküyoruz. Bana ekmek verme, reyting ver! Sizin kocanız neyli olsun? Evli? Arabalı? Arsalı? Çocuklu?
*Aşk üzerine faydalı bir düşünce fırtınası ummuştum halbuki. İnsanlar utanacak, sıkılacak; “ ya ben aslında onun en çok kokusunu sevdim” diyeceklerdi. Halbuki 50 yaşında amcam çıkıp; “ bu karıyı mı layık gördünüz lan bana, dört ayaklı bu!” diyecekti. Diyemedi. Benim arsam var, kocaman dedi. Amca madem oraya çıkınca kendini özgüven sahibi bir insan olarak görüyordun, o zaman karıya gitseydin. Hani parayla yapmazdın sen bu işleri? Kandırdın mı bizi amca?
*Bir de bunun “ biz çok misafirperveriz” olanları var. Kadının dininden girip erojen bölgelerinden çıkan amcam, misafirperverdir. Sıcakkanlıdır. Hümanisttir. Dövizseverdir. Orada karılar rahat di mi lan amca? Yenge ne yapıyor amca?
*600 yıl dünyayı titretme meselesine değinmiyorum bile. Bak çabuk titretmedim dikkat edersen. “Kıçı kırık Yunanlar bi film çektiler hocam, biz niye çekemeyelim” diyen birileri var bu ülkede.
*Farid Farjad
*Penelope Cruz
*Eric Cantona
*Güzel güzel deri çizme giyerken, ugg nedir allasen! Hem ondan şarap içilmez. Halbuki deri olsa, litrelik dikmen bile içilir. Şarap önemli.
*Hadi diyelim deriye alerjin var, giyemiyorsun filan. O zaman normal bi ayakkabı giysene. Zaten genelinde bir sorun var; olgunluk. Hadi imajla bi parça kurtarıyordun. Şimdi o da kalmadı. Ne olacak?
4 Kasım 2009 Çarşamba
babası haydar zere gazetelere “ artık çocuğumun cenazesini alıp, gitmeyi bekliyorum. bana sağ vermelerinden artık ümidim kesildi” dedi. inanır mısın güzel kardeşim, bir avuç insan hariç kimse üzülmedi ve dahası kimseler duymadı. chp genel başkanı deniz baykal açılımı bir elinden tutmuş fırına sokarken, racon kesen başbakanımız aşı olmama konusunda sağlık bakanını ikna etmeye çalışıyordu. beşiktaş ikinci golü kalesinde gördüğünde, istanbul kitap fuarına yığınla “ahiret sonrası yaşam” kitapları yerleştiriliyordu. ankara'da kuru soğuk burnumuzu kızartırken, içimiz şarapla ısınıyordu.
öyle ya insan hakları, “bize bir şey olmaz ya” mantığından öteye gidememiş insanlarımızın pek umurumda değildir. bu yüzden insanlarımız “kaldırım taşlarına” daha çok önem verirler. “ kaldırım taşı hakları” olur mu canım öyle şey? kaldırım taşı dediğin, cam filan kırıyor. hem vergi filan boşa vermiyoruz ulan canım benim! hatta görüyorum ve arttırıyorum, burada dergi satanı da vururuz oğlum biz. hem zaten ikrar bizim genetik yapımızda var, ne demiştik “ bu vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir”. şeref! sana diyorum oğlum, gel bir iki kadeh daha içelim.
güler'ler bitmez! demek dahi gelmiyor içimden, iyiden iyiye korkuyorum artık bu memleketten. önceden farklı değildi ama ne bileyim, gözünün önünde cereyan ediyor artık herşey. hem kim demiş ki “burada işkence yok” diye. "yok" demediler ki, hep vardı, hep öldük, öldürüldük. “işkence yok” demediler, bıyık altından güldüler. “insanlık onuru” demelerini zaten beklemedik, omurgasız yetiştik, yetiştirdik. burada vurdun, kırdın, aç bıraktın, hapishanelere doldurdun, işkence yaptın, öldürdün.
ulan bi yanamadın gitti be babilon.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)