31 Ocak 2010 Pazar

amat



ekşiden çaldım, okurken zırt pırt sözlük karıştırmayın, yoksa hiç zevk alamazsınız romandan. gemicilik terimleri ve açıklamaları, buyursunlar;



YİSA: birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz
VARDA: dikkat
SEREN: direkler üzerinde yelken açmak için ve isaret çekmek için yatay olarak bağlanmış gönder.
CUNDA: yatay serenlerin her iki başları, uç kısımları
USTURMAÇ: birbirinin üzerine veya rıhtıma yanaşan teknelerin bordalarının göçmemesi veya boyalarının bozulmaması için araya koydukları agaç, lastik, plastik veya halatlardan yapılmış olan, balon, silindir biçimindeki yastık
HİSA ETMEK: bir şeyi yukarı kaldırmak. [hisa sancak, hisa kürek]
MAYNA ETMEK: ağır ağır indirmek
MİZANA DİREĞİ: 3 direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk
KOLOMBORNE: bir tür uzun namlulu kaval top
MARİNEL: usta denizci
KASARA: teknelerin baş, orta ve kıç kısımlarında güverteden daha yüksek olan güverteleri veya kısımları
GABYA: ana direk ile babafingo çubugu arasındaki çubuk veya yelken
BABAFİNGO: direklerin güverteden itibaren üçüncü çubuğudur
GABYAR: gabyadan sorumlu denizci
PALAVRA GÜVERTESİ: eskiden harp gemilerinde topların bulundugu güverte
FALYA TAVASI: topları ateşlemek için ağız otunun konulduğu yer
ARMADURA: gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha
VOLTA ALMAK: halatin veya demir zincirinin biribirine dolaşması
ALESTA: hazır olmak
ALESTA TRAMOLA: yelkenle seyirde rüzgarin bir kontradan diger kontraya önce pruvanın geçmesi ile yapılan dönüş
ÇARMIK: denizcilikte direklerin her iki bordasına bağlanabilmesi için gerilmiş tel halatlar.
ALABANDA: bordanin iç kısmı veya dümenin 35° ye kadar basılması
PORSUN: bir gemide güverte işlerini idare eden ve filikalar ile demir ve güverte donanımından sorumlu kişi
İSKOTA: yelkenlerin iskota yakalarını kullanmak, yelkeni rüzgar ile doldurmak için halat - palanga donanımı
PRASYA: yelkenleri rüzgarın estiği tarafa çevirebilmek için yelkenlerin açıldığı serenlerin cundalarından donatılan hareketli halatlar.
TAVLON GÜVERTESİ: çok güverteli gemilerin üsten itibaren aşağıya dogru beşinci güvertesi.
eski harp gemilerine ait bir güverte katı
İSTİNGA: yelkenleri toplamak için kullanilan hareketli donanım.
VİYA: gemiyi veya tekneyi istenilen rotaya döndükten sonra, istenilen yöne seyredilmesi için verilen komut
GOMİNA: 185 metreye tekabül eden uzunluk

17 Ocak 2010 Pazar


Korkmuyorum elbet, ama sanırım bu hep böyle devam edecek, ne zaman o tarih yaklaşsa benim ruh halimde belli belirsiz bir çöküntü meydana gelecek. Çünkü bu zamanlar samimiyetsizlik kokusu buram buram çarpıyor yüzüme. `sense of humour`'un bozulmuş, dediler. Bozulmuş olabilir, bu ülkede yaşayıp “sense of humour”u bozulmayan adama high-kick atayım. Yazarkan bir yandan da kıvranıyorum anasını satayım, bu samimiyetsizlik beni mahveyledi, deli divane eyledi. Sevgilim, Nihat doğan görünümlü civciv doldu etraf. Dedim ya “sense of humour”umu kaybettim, yardım et.

Böyle unutaraktan, utanaraktan, öttürerekten milliyetçilik yapıyoruz, çok garip geliyor. Utangaç milliyetçilik ne acaip ya, hanım bugün bayrağa baktım yanaklarım al al oldu, bi utandım ki sorma, gittim kahvede arkadaşlara anlattım, onlarda bi utandılar, bi utandılar. Sonra dağıldık, üç beş kürt dövdük, çingene kovaladık, rahatladık. Oh mis. Ben senin bildiğin milliyetçilerden değilim. Nasıl lan? Utanmaz milliyetçilik!

yeni nesil çok değişti diyor, amcam. eski nesilden ne bıraktınız ki bize. bir tane var sizin nesilden, adam kendini mesih ilan etti, bu aralar hapishaneden çıkacak, milli katilimiz `mehmet ali ağca`. yeni nesil çok değişik elbet, kendine menejer, danışman tutuyorlar.
işte özlemle beklediğimiz modern türkiye manzarası sevgili halkım! atatürk'ün lafı kafasının üstünde hizalansın, daha fiyakalı olsun, daha şık, daha bilmemne. Çok değiştik çok!

aslında benim baya bi canım sıkkın, üçüncü yılında bir gram hakikat zerk eyleyemedi devletimin naçiz vücuduna, olan oldu hrant'ımın yirmi bir gramına. Bir çırpıda sıralıyoruz; vatan, hain, ermeni, döl, mozaik, mermer, millet, ırk, din, dış mihraklar, satılmış aydınlar, misak-i milli... ulan var ya!

samimiyetsizlik dedim aklıma geldi, sahi ne oldu 19 ocak'ta?

10 Ocak 2010 Pazar

parıltı


Karnım acıktı, birşeyler yemem gerek. Sonra bir iki bira daha içerim, keyfim yerine gelir. Akşam saatlerinde herkes evine girmiş, sokaklar her zaman olduğu gibi bomboştu. Ben yine içmiş, yine leyla olmuştum. -şaka lan şaka leyla olmadım, leyla ne mınakoyim, ibne şeysi gibi-
Hızlı hızlı sucuk-ekmeğe doğru yürürken, karşıdan bana doğru yaklaşan bi parıltı gördüm. Parıltı gittikçe yaklaşıyordu. Parıltı yaklaştıkça, ben de parlıyordum. Sinirlenmiştim, böyle bi akşamın üstüne bu parıltı da neyin nesi, dedim. Sonra, ya bi sıs allasen, dedim.
Parıltı iyice yaklaşınca, kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. Karşıdan gelen kişi bendim. Ama biraz farklıydım; ağız, burun, göz aynı annem, pardon aynı ben. Fakat saçlar iyice seyrelmişti. Zaten iyice yaklaşınca parlaklığın kelden yansıdığını farkettim. Önüne bir adım attım ve durmasını sağladım. Ben önüne geçince, o yan tarafa geçmek için hamle yaptı fakat ben daha önce davranıp yine önünü kestim. Elimi uzattım, merhaba ben ahmet, dedim. O da elini uzattı, avuçları terlemişti, merhaba, dedi. Sen bensin, dedim. Evet ağbi, dedi ben senim. Peki bu hal ne oğlum, dedim. Ağbi insan farketmiyor ki, dedi. Saç işte, bir anda dökülüveriyor, dedi. Özür diledim, hepsi benim hatam dedim. Neden mutsuz duruyorsun, dedim. Ağbi ne yaptın sen bana diye bi parladı bu. Hep dedi senin o saçma sapan fikirlerin yüzünden dedi. Aslında herşey güzel olabilirdi ama hayat şartları beni de değiştirdi, dedim. Ya bi siktir git amına koyim, dedi bağırarak. Sokak ortasında bağırarak küfür etmeye de başlamışsın artık, dedim. Benim alttan aldığımı görünce, o da biraz yumuşamıştı. Birşeyler içelim mi, dedi. Bira, dedim heyecanla. Çok sevdik be ağbi, dedi hüzünle karışık bir tutkuyla. ( hı hı evet)
İki tane dal herifi kabul edecek bir mekan aradık uzunca bir süre, sonunda bir tane kıytırık yere oturduk. Çok güzel bir şiir yazdım ağbi, dedi. Ben de yazdım, dedim. Hiç okumadan, şiirlerimizi değiş-tokuş ettik. Onun şiiri peçeteye yazılıydı, peçete sümüklüydü. Benim şiirim tuvalet kağıdına yazılıydı, tuvalet kağıdı...neyse. Yıllar ne kadar çabuk geçiyor lan, dedim. Ağbi sevgili yaptım, dedi. Vay göt vay, dedim. Ağbi çok güzel, dedi. Bi görsen sen de seversin. Çok iyi anlaşıyoruz, dedi. Gözlerime bakmasını söyledim. Yalan söylüyorsun, dedim. Yalan söylüyorum, dedi. Ellerim terliyordu.
Erdal ne yapıyor, anlatsana dedim. Anlatmayayım ağbi, dedi. Moralin bozulur. Niye lan, öldü mü dedim. Yok ağbi daha ölmedi dedi. Çok zengin oldu dedi. Paraya para, karıya karı demiyor. Paraya abramoviç, karıya penelope diyor. O niye lan? Bilmiyorum ağbi, öyle diyor işte. Dünyanın en zengin 20 adamı arasına girdi, dedi. Gözlerime bakmasını söyledim. Doğru söylüyorsun amına koyim, dedim. Doğru söylüyorum amına koyim, dedi.
Ağbi bir de yıllar önce dilenciye verdiğin para döndü dolaştı bir şekilde benim cebime girdi biliyor musun, dedi. Hadi lan, dedim. Niye, dedi. Ben sevmiyorum o şarkıyı dedim. Severdin dedi. Artık sevmiyorum dedim. Tuvalete gitmek için izin istedim. Sonra arkama bakmadan, kaçmaya başladım. Yeterince uzaklaşınca dönüp, ona baktım. O da yeterince uzaklaştığını düşünüp bana bakıyordu. Ben el salladım. O kokulu öpücük yolladı.
Sevgiler, saygılar.