4 Mayıs 2009 Pazartesi




Güneşin batışına yakın, Ankara’nın ıslak kaldırımlarında, kafam eğik yürüyordum. Kafamda dandadadan ötüyordu. Boğazım susuzluktan kurumuştu, öyle ki yutkunmaya çalıştıkça boğazımda bir acı oluşuyordu. En yakın bara attım kendimi, garsona bir Arjantin işaret ettim. Kirli sakallı herif buz gibi bardağı getirdi masama. Cama yakın oturmuştum, sokağı izleme niyetindeydim. Öylece baktım sokağa, gelip geçenlere, dükkân sahiplerine, liselilere, transseksüellere, polislere uzayıp giden, türlü sıfattaki insan sürüsüne. Sıkıntıdan bardağın buğusuna ismimi yazmaya çalışırken, bara yaşıtlarımdan bir çift girdi. Kız uzun-siyah saçlı, yeşil gözlü ve orta boyluydu. Oğlan temiz yüzlü, sarışındı. Oğlanın gözleri zaten umurumda değildi. Tipi de bir boka benzemiyordu. Benzese de, söylemezdim zaten. Fakat unutmadan eklemem gerek, eğer kızın saçları kızıl olsaydı, erkek için bu kadar bilgiyi de vermezdim, buraya da başka şeyler yazardım. Duvar dibine oturdular, hemen yanı başımdaydılar. Göz ucuyla kıza bakıyordum, oğlanı da göz hizamda tutuyordum ki ben göz ucuyla kıza bakarken, onun radarına yakalanmayayım diye. Kız cep telefonunda bir şeyleri karıştırırken, oğlan sigarasını ve cep telefonunu masanın üzerine bıraktı. Garson yanlarına yaklaşınca, oğlan kıza ne istediğini sordu, kız bira istedi, oğlan da ismini bilmediğim ama kanımca kokteyl olan bir içki söyledi. Dangalak herif, sırf ibneliğine, kimsenin bilmediği içkiyi istiyor. Kız akıllı tabi “çakarım biramı, yaparım muhabbetimi” derdinde. Fakat kızın yüzünde bir gerginlik var, dudaklarını kemiriyor. Oğlan kafasını kaldırmadan çakmağıyla oynuyor. Hava artık iyicene kararmıştı, ben bir bira daha söyledim kendime, bir de müziğin sesini biraz kısmalarını rica ettim, maksat yan masayı daha iyi duymak. Onlarında içkilerini getirdi garson. Oğlan içkiyi ne kadar sevdiğiyle söze başladı, kız gülümsedi. Niye gülüyorsun canım benim? Biliyorum sen de farkındasın, bu lavuk sana kur yapıyor ama sen akıllısın, bu dangalağı postalarsın.
Kız birasına uzandı; eller diyorum, ne kadar küçük ellerin var, ojeler de güzel olmuş, ufacık lan. Kendi ellerime baktım, avuç içi terli, tırnaklar yenmiş, parmaklar da kalem boyası, bok gibi lan. Oğlanda artık ilk dakikaların rahatlığı yoktu, o da gerilmeye başlamıştı. Belli ki önemli şeylerden bahsedecekti. Oğlum kabul etmeyecek lan, bu kız seninle çıkmaz, o dandik içkini al ve kalk masadan, kalk lan! Şarkı değişti, beth gibbons söylemeye başladı. Kız cep telefonunu tekrar aldı eline, şarkıdan mırıldanmaya başladı. Bu da bizim şarkımız olsun be, valla bak, hem evde albümleri de var, bize gidelim mi? Acaba diyorum, peçeteye “ seni seviyorum, hatalıysam ara: 0506 208216875 ” yazsam, olur mu? Oğlan derslerinden söz etmeye başladı, kız da bir şeyler söyledi, zor dedi, zaten derslere pek girmiyorum filan dedi. Saçların diyorum, kızıl diyorum, bak inan çok güzel olacaksın diyorum ki oğlan lafımı bölüyor, diyor ki; seninle uzun zamandır konuşmak istiyordum, biliyorsun. O zaman konuş hıyarto! götlek! Kız içkisinden bir yudum aldı, dudaklarına küçük bir gülümseme yerleştirdi, tatlı tatlı dinliyordu oğlanı. Çocuk konuşmaya devam ediyordu, bütün yük omuzlarından kalkmıştı ve olabildiğince akıcı bir şekilde iltifatlarını sıralıyordu. Anlatamadım galiba birader! Kız benim diyorum oğlum, niye ısrar ediyorsun, bir bira daha getirir misiniz? Kız ellerini masanın üzerine koydu, oğlan hala konuşuyordu, sıs lan! Oğlan sustu, kızın ellerinden tuttu. Kız gözlerini masaya dikti ve yanaklarının kırmızılığından bahsetti, ben de seni seviyorum dedi. Oğlan çok mutlu oldu, kıza bir bira, kendine de o dandik içkisinden söyledi. Ben hesabı istedim, evin yolunu tuttun. Yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim çay koymak oldu.

Hiç yorum yok: